Ülkemizin Ekonomik Durumu

Değerli Hanım ve Bey Efendiler,

Tarih, her daim elimizin altında bulunan ve istediğimiz her dakika bilgiler edinip bugünü kavrayabilmemiz için bekleyen bir öğretmen gibi orada durur.

Bu defa sizlerle ülkemizin en önemli 2 meselesinden birisi olan iktisat yani maddi durumumuzla ilgili konuşmak istiyorum.



Osmanlı Devleti de diğer pek çok imparatorluk gibi Napolyon'un ve Fransız Devrimi'nin yaydığı, ulusçuluk, liberalizm gibi akımlardan etkilenmişti.İlk bağımsızlığını ilan eden millet ise Yunan Milleti oldu.Bu çalkantılı dönemlerde reformlar deneyen III.Selim ve II.Mahmud ne yazık ki varolan durum ve imparatorluklar çağının bitmeye yüz tutması sebebiyle başarılı olamadılar ve milletler bağımsızlıklarını ilan etmeye başladılar.

Bu dağılma ve parçalanma sürecinin 1922 yılı gibi neredeyse 100 yıla yayılması ve Osmanlı'nın 100 yıl daha ayakta kalması Toktamış Ateş hocamızın ifadesiyle büyük bir başarıdır.

Osmanlı Devleti ilk borcunu 1854 yılında Kırım Savaşı sırasında aldı ve daha sonraki yıllarda bu borç derinleşti, Duyun-u Umumiye gibi bir kurumun oluşmasına dahi vardı.



Cumhuriyetimizin yoksulluk, sefalet, silahsızlık ve binlerce yoksunluk arasında kurulduğunu hemen hepimiz biliriz.Bu yoksul durumumuzda ilk 5 yıllık kalkınma planımıza 1933 yılında başlanmıştır ve harfiyen uygulanmıştır.

Burada amaç Osmanlı'nın sağlayamadığı endüstrileşmeyi sağlamaktır.

Atatürk devletçi bir politika gütmek zorundaydı çünkü yapılması gereken yatırımları devletten başka yapabilecek çok az kimse vardı.Güdülen karma ekonomi politikası 1980 yılında neredeyse tamamen terkedildi ve serbest bir ekonomi anlayışını gidildi.Devlet sadece düzenleyici role büründü.

Bu tip bir uygulamanın nelere sebep olacağını, liberal ekonomi fikrini ortaya atan Adam Smith(1776) dahi tahmin edemezdi.

Normalde bu ekonomik yapıdan beklenen, kişilere özgürce yatırım yapma imkanı sunulur, kendi kâr amacını isteyen girişimci dolaylı yoldan toplumun çıkarını da düşünürdü.



İşte tam da bu noktada çatışmaya giriyoruz.Kendi çıkarını düşünen kimse çoğu zaman toplumun değil, kendi yararına olan insanların çıkarlarını düşünür ve kamu mallarının, otoyolların, Tekel'in Türk Telekom'un özelleştirilmesi gibi milletimizi hem ekonomik hem de stratejik yönden güçsüzleştiren acı sonuçlar doğurur.



Değerli Hanım ve Bey Efendiler,


Geçenlerde açıklanan Türkiye'nin Toplam Dış Borç Stoku raporunda dış borcumuzu 336 milyar doları aştığını neredeyse 600 milyar TL'ye ulaştığını ve her ay ortalama 4-5 milyar, senede de 60 milyar TL arttığını gördüm.

Böylesine borçlanma içerisine girilmiş bir ülkenin ekonomisi, bu ekonomik düzene yön veren insanların istediği yönde gitmediği anda tepetaklak olacak şekilde sallanan bir gemiyi andırır.

Bu öylesine acze düşmüş bir gemidir ki, geminin kaptanı bizzat geminin içinden gelen tarafsız bir insan dahi olsa suyun çizdiği rotada ilerlemek zorunda kalır.



Bu tür durumların en acı tarafları, bizleri bu durumlara bırakan insanların döneminde herhangi bir anlaşmazlık çıkmadığı için ekonomi düzgün gidiyor gibi görünür fakat borç durmadan artar.O kişiler gittiğinde yerine gelen onun gibi olmazsa sistem birden bozulur.

Asıl suçlu kahraman, sistemin mağdurları ise günah keçileri olur.





Böylesine çıkmazdaki bir durumdan kurtulmanın yegane yolu üretmektir.Yalnızca kaba kuvvetle değil, aklıyla da üretmek, geliştirdiği projelerle de bu sistem onu yoketmeden evvel ondan kurtulmaktır.

Üretmeyen, yorulmayan yalnızca önüne konulanı tüketen bir millet tarihte yaşamayı asla haketmemiştir ve yalnızca sömürülmüştür.

- - - -